O gece uyku tutmamıştı, müezzinin feyiz dolu sesi eşliğinde abdestini aldı ve sabah namazını eda etti. Akşamdan kalma çayın altını açıp tulum peynirli mayalı sıkması ve bir kaç çizik zeytinle kahvaltısını yaptı.
Her zaman olduğu gibi verdiği nimetler için Rabbine hamd etti. Eskiden olsa sabah ezanında kömür kovasını değiştirir ardından abdest almak için sobanın üzerinde geceden kaynayıp soğumaya yüz tutmuş güğümden lavaboya su taşırdı. Bir kaç yıl evvel çocuklarının da desteği ile evine doğal gaz sistemi döşetip soba yerine kaloriferle ısınmaya başlamıştı. Kömür sobasıyla olduğu gibi doyasıya ısınamasa da, arada bir soğuk günlerde kaloriferi düşük derecede açıp en azından fazla bir zahmete katlanmadan ısınmak ve sıcak su ile abdest alabilmek Mehmet amca için büyük bir nimetti.
Büyük boy naylon poşetlerle özenle muhafaza edilmiş bir şekilde yatak odası duvarında asılı bekleyen emektar takım elbisesine dikkatle bakıp maziye daldı. Gözleri doldu. En son beş yıl evvel eşinin ısrarı ile bayramda giymişti, sadece özel günlerde giydiği tek takım elbisesiydi. Hayat arkadaşını kaybettikten sonra giyinmek şöyle dursun bir kez olsun eline bile almamıştı. Düşündü… Bakımlı ve şık olabilmesi için, tıraş olup bu takımı giymesi gerekiyordu.
‘O’ geliyordu. Kim bilir belki göz göze bile gelebilirlerdi. Canından çok sevdiği, güvendiği, sığındığı, Reisicumhuru bu gün memleketine geliyordu. Onu dünya gözüyle görebilmek belki de kendisinin son arzusu olacaktı…
***
Her zaman olduğu gibi erken kalktı, sabah namazından sonra uyumak gibi bir alışkanlığı yoktu. Ortalığı toplayıp torunlarına kahvaltı hazırlamaya koyuldu. Kara tavayı ocağın üzerine koyup ateşi yaktı. Biraz margarini eritip üzerine iki adet yumurta kırdı. Komşunun getirdiği el yapımı zeytinden de tabaklarına üçer beşer serpiştirdi. Başka ne bulabilirim diye dolaba baktı. Peynir de kalmamıştı. Yazdan kalma reçel kavanozu geçti eline, onu da açtı ve torunlarını sofraya oturttu.
Iraz ana henüz otuz beşli yaşlarda eşini kaybetmişti. Kendisine bir miktar maaş bağlanmıştı. Küçükte olsa kendilerine ait bir evleri vardı. Bahçesinde ufak tefek bir şeyler eker günlük sebze ihtiyaçlarını temin ederdi.
Kimselere muhtaç olmadan yetiştirdi çocuklarını. Belki onları yüksekokullara gönderememişti fakat en azından hepsini evlendirip yurt yuva sahibi etmişti. Büyük oğlu esnaftı, küçüğü ise babasının çalıştığı fabrikada memur olmuştu.
Kızının kaderiyse kendisininkinden farksızdı. Damadı hayırsız çıkmıştı ve iki çocuğuyla oda erken yaşta dul kalarak baba ocağına geri dönmüştü. On ve on iki yaşlarında iki erkek torunu vardı.
Küçük torunu lösemi hastasıydı. Kullandığı ilaçların ücreti tüm aileyi fazlaca yıpratmıştı. Tedavi olabilmesi için paraya ihtiyaçları vardı. Iraz ana evini mütahite vermek istedi fakat arsa küçük olduğu için kimsenin ilgisini çekmedi. Satmak istedi alıcı bulamadı. En son emektar emlakçının nasihatlerine kulak verip satma fikrinin hiç bir işe yaramayacağına karar verdi.
Tahta sandığı açtı, ortalığı naftalin kokusu sardı. Özene bezene bohçaladığı kutnusunu çıkardı. Bayramlarda ve özel günlerde giyerdi, bu gün giymesi gerekiyordu. Öyle ya bu günden daha özel gün mü vardı? Reisicumhuru memleketine geliyordu, meydana gidecek, torununa halini ahvalini yazdırdığı mektubunu bir yolunu bulup Reisine verecekti…
***
Henüz yirmili yaşlarda idi. Öğretmen olarak eğitimini tamamlayıp memleketine ailesinin yanına geri döndü. Hayalleri vardı, belki küçük bir köy okulunda öğretmenlik yapıp, vatana millete hizmet verebilecek büyük insanlar yetiştirecekti. Sürekli haber bekliyordu, en kısa zamanda atanması gerekiyordu.
Annesi rahatsızlanmıştı, evli olan ablaları doktorlarla görüştükten sonra kendisine durumu açıklamışlardı. Müzmin hastalık ilerlemiş annesinin sadece bir kaç ay ömrü kalmıştı. Elden gelen hiç bir şey yoktu, beklenen son çok çabuk gelmişti. Bir anda dünyası karardı.
Babası ile birlikte acı dolu günler geçirdi Mustafa. Aradan bir kaç yıl geçmesine rağmen halen atanmayı bekliyordu. Zaman geçtikçe hayalleri, ümitleri eriyip yok olmaya başlamıştı. Mutsuzdu, bu yaşta baba eline bakıyordu. Bir şeyler yapmaya çalışıyordu fakat kader tüm kapıları yüzüne kapatmıştı.
Bir başka mesleğe geçiş yapmaya karar verdi. Biraz daha çaba sarf etti ve polis memuru olarak doğuda göreve başladı. Bir kaç ay lojmanda kaldıktan sonra ev kiraladı, kimsesiz ve yaşlı babasını yanına alacak gurbet elde hasrete, yalnızlığa bir son verecekti.
Acı haber geldi, babası kalp krizi geçirmiş ve onu bu garip dünyada tamamen yalnız ve öksüz bırakmıştı.
Polislik kendisine ve ruh sağlığına uygun bir meslek değildi, memleketine geri döndü. Kaybettikleri, bir kaç yıl içinde alt üst olan hayatı, manen olduğu kadar maddi olarak da çektiği sıkıntılar, hepsi üst üste gelmişti. Ezildiğini hatta eridiğini hissetti. Bir çıkış noktası olmalıydı fakat nereye gidip kimden yardım isteyebilirdi ki? Hafta sonu memleketine Cumhurbaşkanı geliyordu. Acaba durumunu izah eden bir mektup yazıp korumalarına verse bir netice alabilir miydi?
Denemeye karar verdi. Önce hıçkırıklara boğuldu sonrada gözyaşları eşliğinde yıllardır çektiği sıkıntıları ve hayata tutunabilme çabalarını anlatan uzun bir mektup yazdı…
***
Mehmet amca erkenden meydana gidip ön sıralarda yerini alarak, elinde ay yıldızlı bayrağı, göğsünde imanı, coşku ve inanç dolu gözlerle Reisicumhurunu karşıladı.
Iraz ana Mehmet amca kadar şanslı değildi, kalabalığın arasında orta bölümlerde yer alabilmişti. Üzerine giydiği kutnusu ve fesi gibi kederli yüzüne atılan derin hayat çizgileri de dikkatleri üzerine toplamasına neden oluyordu. Rabbinden sonra tek umudu, sığındığı limanı, dimdik karşında duruyordu. Yıllardır içeriye akıttığı gözyaşlarına o an söz geçiremedi. Elinde tuttuğu yarı ıslak mektubu Reisicumhuruna iletmesi için yakınındaki görevli gence uzattı, derin bir nefes alarak Rabbine hamd etti…
O gün halkın arasında yerini alıp yazdığı mektubu vermekte tereddüt eden bir genç vardı. Yaşam sevincini, hayallerini ve umudunu kaybetmiş çaresiz bir genç.
Gece oldu. Kimsesizliği, garipliği ve yalnızlığı çöktü üzerine. Beyninde dolanan yüzlerce sorular, cevaplar bir türlü susmak bilmiyordu. Bedenini ve ruhunu kemiren amansız acı artık dayanılmaz bir hal almıştı.
Balkona çıktı, karanlık gökyüzüne, komşuların kapalı ışıklarına, sokağın sessizliğine son kez baktı. Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı, sıcak bedeni soğuk kaldırım taşlarıyla buluştu…
Komşuları onu yerde buldukları an gün ağarmış ve bedeni artık bir buz kütlesine dönmüştü. Sağ eli sımsıkı kapalıydı. Hayallerin, umudun ve varlığın çatışmasını anlatan mektubunu da sonsuz yolculuğunda beraberinde götürüyordu…
Not: Yukarıda adı geçen şahısların resimleri ve isimleri temsili olsa da yaşamları gözleme dayalı birer gerçektir. Özellikle Mustafa, henüz toprağı soğumamış bir gencin gerçek yaşam öyküsünden esinlenilmiştir.
Betül Gürşen
14.01.2022
Karaman
Yorum yazarak Karamandan.com Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Karamandan.com hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Karamandan.com editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Karamandan.com değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Karamandan.com Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Karamandan.com hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Karamandan.com editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Karamandan.com değil haberi geçen ajanstır.
Yorumlar
(3)Yakup Özoğul - Geçmişe değil geleceğe bakmamız lazım geçmiş karanlığa gelecek aydınlığa götürür insanı basit bir hikaye duygusallastirilmis
Bayram Parıltı - Betül Hanım yazılarınız çok kaliteli her zamanki gibi... Kaleminize sağlık.
Abdullah - Bir çırpıda okudum, üzüldüm... ülkemin acı gerçeğini bu kadar güzel anlatan yazara tebrikler. Sağolun Betül hanım.
Yazılan yorumlardan Karamandan.com hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz. Sitemizin Topluluk Kurallarına uymayan yorumlar yayınlanmaz. Yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Karamandan.com editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Karamandan.com değil haberi geçen ajanstır.