Son bir kaç yılı akademik eserler okuyarak geçirdim. Kısa bir süre önce tamamlayabildiğim yüksek lisans sürecinde en çok fikri ve edebi kitaplarımdan uzak kalmak zor geldi. Sürecin sonuna doğru bu hasret öyle arttı ki raflarda sabırsızlıkla beni bekleyen kitaplardan kendime bir okuma listesi yaptım. Savunmamı verir vermez bu kitapları okuyacaktım. Listenin başında da Kâmil Uğurlu’nun son eseri “Arif Ağa’nın Tuz Değirmeni” adlı kitabı vardı.
Planladığım gibi ilk bu kitabı okudum, içtim. Onca mekanik okumalardan sonra bu edebi eser yâran ile vuslat misali ruha şifa gibi geldi. Henüz okumamış olanlarla kitabın bana hissettirdiklerini paylaşmak isterim.
Bir Türkmen Ailesinin Sıradışı Öyküsü
Kapağında “Bir Türkmen ailesinin sıradışı öyküsü” notu düşülmüş olsa da bu kitap sadece bir ailenin değil sanki tüm Anadolu’nun hikâyesi gibi. Toprak ve memleket kokulu kitapta Anadolu insanının mayasını, ferasetli analarını, vakur babalarını ve onların nasırlı ellerine, kırışmış alınlarına yazılmış bahtlarını okuduk. İlk defa duyduğumuz olaylarda dahi kendimizi bulduk, onlarla neşelendik, onlarla hüzünlendik. Evet bu onların hikayesiydi ama bize dairdi…
Bir Türkü Söyler Gibi…
Yaşamak ya da duymak anlatmak için kâfi değildir. Anlatmak, Türk edebiyatının temelini teşkil eder. Batı tarzı kurgu işler hayatımıza girmeden evvel edebiyatımız binlerce yıldır anlatma üzerine kurulu idi. Biz hikâye yazmaz; masal anlatır, destan nakleder, şiir söyler ve türkü çığırırdık… Her birinde anlatım gücü ön plandaydı ve bu işi en iyi yapanlardandık. Harfler hârp düzeni alıp, adamın yüreğinden tank gibi geçen kelimeleri[1] sehl-i mümteni mısralarda, cümlelerde birleyip ok gibi saplardık muhatabının yüreğine. İşte Uğurlu’nun bu kitabı tam da bu noktada üzeri küllenmiş “anlatma” sanatını yeniden alevlendirmeye azmetmiş eserlerden biri olarak edebiyat hayatımıza usulca giriverenlerden. Bir masal dinler gibi, bir şiir okur gibi, bir türkü söyler gibi…
Kahpe felek değirmenin döndü mü,
Bağın bahçan sular ilen doldu mu?
Ben yaparım, sen yıkarsın bendimi,
Döne döne nöbet bana geldi mi?
Kelimeleri diriltmek
İlk bakışta bir biyografi ya da hatırat olarak değerlendirebileceğimiz kitap bana göre harika bir sözlük. Evet, 1750’lerden bu yana bir ailenin şeceresi içerisinde, aile efradı başta olmak üzere Aşki Efendi, Tellal Asım, Aşcı Doktor, Bıçakcı Süleyman gibi daha birçok Karaman yakın tarihinde iz bırakmış simaların da anlatıldığı bir biyografik eser. Evet, hayat değirmeninden devşirilmiş ve örgü sahifeler arasına özenle yerleştirilmiş anılar da bu kitabın muhtevasında önemli bir yer teşkil etmiş. Ama hepsi bir yana zannımca iyi bir lügat eser bu kitapta vücut bulmuş.
Öyle bir lügat ki, unuttuğumuz kelimeleri yeniden diriltip can vermiş, hatırlatmış. Evvela “aile” tasvirini beynimize çivileyecek ölçüde nakşediyor bu kitap. Aile ve aile bağları. Bu bağdan doğan güç, azim ve bir olma ruhu. Yaşanan sürur böylece katlanır, katlanılmaz acılar da böylece tahammül edilebilir olmaz mıydı. Öyle de olmuş…
Öte yandan bölgemize has kelimelerle kitapta karşılaşmak, uzun zamandır görmediğimiz bir akrabamıza hasretle sarılmak gibiydi. Okurken sanki rahmetli dedemle sohbet ediyor hissi uyandırdı bu tabirler; yönet, devrisi gün, iki havai buğday, muhannete muhtaç olmamak, ilişe, sızgıç, o değilden, zılgıt, çürük su çeşmesi…
550 sayfalık kitapta dikkatimi cezbeden bir diğer konu ise, olaylar anlatılırken dönemin Türkiye’si ve hatta dünya gündeminden bilgilerin aktarılması anılan dönemi daha iyi kavramamızı sağlamış. Bir köy hikâyesi okurken bir anda karşınıza dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, Özal ya da Hitler, Mussolini, Churchill çıkabiliyor. Anlatılan olaylarla ilgili fotoğraflar ve fotoğraflardaki yüzleri, kıyafetleri ve mekânları okumak da keyifliydi.
Uğurlu, kâmil bir edebiyatçı iyi bir yazar. Bu kitap da şiir gibi, okunası bir eser. Dülgerler Camisinin tarih düşürülmüş kitabesi, Arif Ağa’nın bir at karşılığı Sarıoğlan’ı bağışlaması, Gümüş Hanım’ın Konya Valisi ile diyalogları, 7 katır altınla göç hikâyesi, köye su getirme macerası, yol vergisinden kurtulmak için doğmamış İsmail’e Ayşe adının verilmesi, Churchill’in uçağının vurulmaya kalkışılması, çocuk denilecek yaşta bir başına şehre okumaya giden kadersiz Kemal ve Esma’nın hazin sonu, ağaçlardan özür dileyen tahtacılar… Uğurluların Türkiye şampiyonu olan spor kulüpleri, ülkede ilk defa uygulanan toplu konut projeleri, 3 kıtada yapılan devasa projeler…
Ve nihayet Dr. Kâmil Uğurlu’nun Karaman Belediye Başkanlığı dönemi ve yaşananlar… Hepsi ve daha fazlası bu kitapta.
“Onlar hayatın hem dehşetini, hem ihtişamını yaşadılar. Dünya onlar için bazan kasırga, deprem, tufan yangın yeri bazan da Göksu vâdisinde, Meram’da ağaçlar ve güller içinde bir “saray” oldu…[2]
Âdem Kocatürk
[1] Adil Erdem Beyazıd’ın “Sana, Bana, Vatanıma,
Ülkemin İnsanlarına Dair” adlı şiirine atıf.
[2] Mevzu bahis kitaptan bir alıntı. S.9
Yorum yazarak Karamandan.com Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Karamandan.com hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Karamandan.com editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Karamandan.com değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Karamandan.com Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Karamandan.com hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Karamandan.com editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Karamandan.com değil haberi geçen ajanstır.